Dil Doktoru & Dile ve Türkçeye Dair Yazılar
Prof. Dr. Hayati Develi; Dil Doktoru-Dile ve Türkçeye Dair Yazılar (2. baskı), 3F Yayınevi, İstanbul 2006, 199s.
Prof. Dr. Hayati Develi’nin değişik tarihlerde çeşitli gazete ve dergilerde dil ve Türkçe üzerine yazdığı yazılarını bir araya getirdiği Dil Doktoru adlı kitabı Sunuş ve kitabın adının hikâyesinin anlatıldığı tanıtıcı giriş kısmıyla başlar. Burada dil ile insanın var oluşu arasındaki yakınlıktan bahsedilir; “Baş dil ile tartılır” atasözü açıklanır. Kitap, “Dil Anatomisi”, “Dil Patolojisi”, “Köktendilcilik”, “Frenk Elması”, “Vaşington Portakalı”, “Mektebin Bacaları”, “Homo Polemicus” başlıklarını taşıyan yedi bölümden meydana gelmektedir. Her bir bölümün içinde alt başlıklarla çok sayıda yazı yer alır. Bölüm başlıkları, o bölümde bulunan yazıların içeriğine uygun seçilmiştir.
“Dil Anatomisi” adı verilen ilk bölümde kültür-dil ilişkisine değinilir. Dil, yatay ve dikey yönleri olan bir iletişim aracıdır. İnsanoğlunun diğer canlı türlerinden farkı, dilinin olmasıdır. Bu meyanda arı, karınca, kurt, leylek, kaplumbağa gibi hayvanlardan örneklerin verildiği yazılarda dilin toplumsal oluşuna vurgu yapılmıştır (s. 17-21). Dili, insanın içinde yaşadığı büyük bir eve benzeten yazar millet, kavim, ırk, ümmet gibi topluluklarla dil arasındaki ilişkilere değinir (s. 27-31). Dil bir insanın eğitim ve kültür düzeyini ele verir; insanın nereli olduğunu, neci olduğunu, hatta ne iş yaptığını, kentlileşmeye rağmen belli eder. Bu bağlamda hayatın ve yanı sıra dilin hızlı değişimi örneklerle anlatılır (s. 39-41). Nesillerin Dili başlığını taşıyan makalede yazar, değişik bir metot uygulayarak dört farklı devirde yazılmış tarih kitabından örnekler vermiş, böylece nesiller boyunca dilin nasıl değiştiğini göstermiştir. Tevarih-i Âl-i Osman (XV. yy.), Tarih-i Selanikî (XVI. yy.), Tarih-i Çeşmîzâde (XVIII. yy. sonu) ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Maruzat’ı (XIX. yy.) gibi birbirlerinde çok ayrı devirlerde kaleme alınmış olan bu metinlerde Türkçenin birkaç yüz yıllık tarihî serüveni gözler önüne serilmektedir (s. 42-46).
Kitabın ikinci bölümü olan “Dil Patolojisi”inde yazar, Türkçede karşılığı varken niçin yabancı sözcükler kullandığımızı sorar. Dilin yozlaştırılması, sözün yitirilmesini doğurmaktadır. Öyle ki çağdaş aydınlarımız elli yıl önceki Türkçeyi anlamaktan aciz durumdadırlar. Hatta yazar, bu kitabın dahi bir lise öğrencisi için ağır bir dille yazılmış olduğunu itiraf eder (s. 56-65). Bugün bilim ve teknoloji üretmekten uzak olduğumuzu üzülerek ifade etmeliyiz. Bürokratik engeller ya da baskılar teknoloji üretmemize mani olan etkenlerdir. Böylece dilimiz de bilim ve teknoloji dili olamamakta, sonuç olarak her gün çok sayıda yabancı kelime veya terim dilimize girmeye devam etmektedir (s. 66-68). Bütün bunların yanında reklâmlarda dilin kullanımı, mahallî ağızların reklâmlarda bir zenginlik olarak kullanılması; arı dil örneğinde olduğu gibi dilin fakirleştirilmesi hususları bu bölümde işlenen konulardır.
“Köktendilcilik” başlığını taşıyan bölüm, Türkçenin tarihî derinliğinin, coğrafî genişliğinin ve edebî zenginliğinin izahıyla başlar. Türkçenin geleceğine etraflı bir bakış açısı getirilir. Burada küresel dünyada Türkçenin yeri ve geleceği konusu tartışılır ve dilimizin niçin dünya dili olamadığı, sürekli gerilediği, bir dilin nasıl zenginleşeceği gibi sorulara cevap aranır. Sonuç olarak, Türklerin ve Türkiye’nin gelecekte dünyadaki durumu ne olacaksa Türkçenin de aynı durumda olacağına hükmedilir. Çünkü her zamanın hakim bir dili vardır. Bir zamanlar nasıl Grekçe, Sanskritçe, Soğdca, Latince gibi diller ve onların ifade ettikleri medeniyetler hakim idiyse 8-14. asırlarda Arapça, 16-17. asırlarda Türkçe dünyada hakim dillerdi. 20. asrın başlarında Fransızcanın hakimiyeti görülmüştü, bugün ise İngilizce ve İngiliz kültür ve medeniyeti dünyaya hakim olmuştur (s. 87-103). Bu bölümdeki yazılardan birinde ise Türk dünyası için ortak bir dilin varlığının mümkün olup olmadığı meselesi üzerinde durulmuş, lehçeler arasındaki yakınlık ve uzaklıklar saptanmıştır. Buradan hareketle dil birliğinden önce fikir birliğinin gereği vurgulanmıştır.
Kaybolan Diller Kaybolan Sesler başlıklı yazıda dünyada her gün birkaç dilin ölmekte olduğu gerçeğine işaret edilerek, bir kavim ya da halkın ölmesinin sebebi olarak dillerinin ölmüş olması gösterilmiştir. Bu görüş, Karay ve Halaç lehçeleri örnekleriyle desteklenmiştir. Günümüzde Karay lehçesini konuşan kişi sayısı sadece yedi yüz civarındadır (s. 110-114).
“Frenk Elması” adındaki bölümün ilk yazısı Al Gülüm Ver Gülüm başlığını taşımaktadır (s. 117-125). Burada özellikle diller arasındaki kelime alışverişi üzerinde durulmuş, Sümerceden başlayarak Türkçenin Arapça, Farsça, Urduca, Balkan dilleri gibi dillerle olan kelime alıverişi örneklerle ve alıntılarla ifade edilmiştir. Yazıda, bilhassa Türkçenin diğer dillere olan etkisinin tespiti ilginçtir.
Diller arasındaki etkileşim ve alıntı iki şekilde meydana gelmektedir: Bunlardan birisi kültür alıntıları, diğeri ise prestij (özenti) alıntılarıdır. Yazara göre kelimenin kökenini kendine dert edinenler yalnızca ‘okumuşlar’dır; oysa halk, kelimenin hangi dilden geldiğine bakmaz, iletişimi sağlayıp sağlamadığına bakar. Türkçe, alıntı kelimeleri özümseyip Türkçeleştirecek kadar güçlü bir dildir. Yazara göre dil kirlenmesi diye de bir şey yoktur, asıl kirlenen toplumun ‘maşerî zihni’dir. ‘Yabancı kelime’ sorunu bir ‘dil’ değil, bir ‘aydın’, bir ‘kültür’ sorunudur (s. 129-136).
Yabancı kelimelerin nasıl yazılması gerektiği meselesinin irdelendiği bölüm “Vaşington Portakalı” ismini taşımaktadır. Burada kısaca dile giren yabancı kelimelerin okunuşlarına göre yazılması gerektiği fikri ileri sürülür. Çünkü Türkçe sadece İngilizceden kelime almamaktadır. Hiçbir dil sadece bir dilden alıntı yapmaz, bunun için pek çok dil söz konusudur. Bu yüzden orijinallerinin yazılması bir kaos doğuracaktır. Özel isimler de dahil olmak üzere yabancı kelimelerin Türkçede okunduğu gibi yazılması, onların Türkçeleşmelerini kolaylaştırması bakımından son derece önemlidir. Çevrede sıkça karşılaşılan paşa: pasha, hoş geldiniz: chosh geldenez, leyla: laila, kasaba: casaba gibi yazılımlar ise anlaşılması güç garabet örnekleridir. Bu noktada yazar, orijinal yazımları kullandığımızda ortaya çıkacak garabeti, okunuşlarıyla dile yerleşmiş kelimelerden kısa bir futbol maçı anlatımıyla örneklendirmektedir (s. 143-151).
“Mektebin Bacaları” bölümü, ülkemizde dil öğretimi ile ilgili dikkatlerin sunulduğu yazılardan oluşur. Burada çocuğa dil öğretiminin nasıl verileceği üzerinde durularak eğitim sistemimizdeki yanlışlıklardan bahsedilir. Alfabe öğrenimine gereğinden fazla önem verilmesi çocuğu bunaltmakta, öte yandan orta öğrenim çağı boyunca test mantığı ile yetişen gençlerin düşünme, düşündüğünü yazma, dinleme, okuma ve eleştirme yeteneklerinin hiçbir zaman gelişmediği vahim bir sonuç elde edilmektedir. Çok ilginçtir ki özellikle genç ve hatta orta yaş grubu içinde el yazısı (harfleri bitiştirerek yazma) yazan yok gibidir. Üstelik çirkin yazan nesiller yetişmektedir (s. 155-160). Bu sebeple edebiyat öğretmenlerine büyük görevler düştüğü vurgulanır. Bir edebiyat öğretmeninin görevi, kültürel birikimimiz ile aramızdaki kopuşu önlemek, toplumun zihinsel bütünlüğünü korumaktır. Toplumların gerçek doktorları edebiyat öğretmenleridir. Ne var ki bugünkü sınav sistemi, edebiyat öğretmeninin önündeki en büyük engeldir (s. 163).

Bu bölümde ele alınan konulardan birisi de yabancı dille eğitim meselesidir. Bir yabancı dili iyi bilmek, Türkçeye tercüme etmek için yeterli değildir; Türkçeyi de iyi bilmek gerekir. Yabancı dille eğitim öğretim alanlar ne yazık ki çoğu zaman bu yetersizliğe maruz kalabilmektedirler (s. 166-169).
Kitabın son bölümü “Homo Polemicus” başlığını taşımaktadır. Burada yazarın, konuyla ilgili çeşitli yayın ve televizyon programları üzerindeki gözlem, eleştiri ve düzeltmeleri yer alır.
Kitapta kutucuklar içinde, asıl yazılardan bağımsız olarak verilen bölümlerde, karıştırılan kelimeler, kimi dil yanlışları ele alınmıştır. Bu bölümler hem kitabın okunmasını kolaylaştırmakta, hem de güncel dil sorunlarıyla ilgili yazarın dikkatlerini bir araya toplamaktadır. Kitap, bir Dizin ile sona ermektedir.
Özet olarak söyleyebiliriz ki Dil Doktoru, geçmişten günümüze dil ile ilgili meselelere ışık tutulan, teklif ve tenkitlerde bulunulan, Türkçenin dünü, bugünü ve yarınına dair bilgilerin sunulduğu makalelerin bir araya getirildiği bir kitap olarak büyük bir boşluğu doldurmaktadır.